Türküm! dedim, Türk´ü sevdim
Öğünen bir koca devdim?
Yurdum diye seviyordum
Yurdum, felaketim oldu?.
Yavuz Bülent Bakiler?
***
12 Eylül 1980 darbesi?
Büyük güçlerin iktidar ve zenginlik pazarlıkları arasında kaybolan hayatlar?
İktidar sahiplerinin ehemmiyet vermediği insanların hikayesi?
Mamak Askeri Cezaevi´nin C-5 adı verilen bölümünde sergilenenler, kelimenin tam anlamı ile insanlık dışıydı. Burada bir yandan işkence, diğer taraftan sorgu yapılıyordu.
Dayaktan etkilenene dayak atılıyordu. Erkeklik organından elektrik verilmesinden rahatsız olanlara defalarca elektrik veriliyordu. Bazıları ?Filistin Askısı´na? asılıyordu. Bazıları da çırılçıplak soyulduğunda çözülüyordu. Utanma duygusu yüzünden morali bozulduğu tespit edilenler, bütün sorgu boyunca çıplak tutuluyordu.
İRADE DIŞI ÇIĞLIK ATILIYORDU !...
Bütün bunlar, C-5´te yaşanan olağan olaylardı. Orada çok daha iğrenç ve kelimenin tam anlamı ile insanlık dışı metotlar uygulanıyordu. O günlerde, gözaltına alınan bazı gençlerin aileleri de C-5´e getiriliyordu. Anneleri, karıları ve kızları da işkenceye alınıyor, çırılçıplak soyuluyordu.
İşkenceciler, bütün bunları yaparken gözaltındaki gence soruyorlardı:
-Haydi, şimdi de konuşma da görelim!
O dönemde, C-5´e getirilen arasında, daha sonra idam edilen Ali Bülent Orkan´ın ailesi de vardı. Yıllar sonra Hürriyet Gazetesi´nde İsa Armağan´ın ailesine de C-5´te işkence yapıldığı yazılmıştı.
Tekmeli, tokatlı, elektrikli ve askılı işkence aşamasından geçen ülkücüler, A Blok´taki "Kafes"e konuluyordu. Burada da manevi işkence uygulanıyordu. "Kafes" sirklerdeki aslan kafeslerinin benzeri bir yerdi. Burada oturmak, kalkmak, ayak değiştirmek, kıyafet düzeltmek, hatta oturuş şeklini bozmak bile izne tabiydi.
Herhangi bir ihtiyacı olanın yüksek sesle bağırması gerekiyordu:
- Komutanımmmmmm! "Komutanım" diye görevli askere sesleniliyordu. Kafes´te bütün erlerin adı "komutan", bütün gençlerin adı da "LAN"dı.
Oraya giren emekli askerler bile görevli erlere "komutanım" diye hitap etmek zorundaydı.
Askeri yönetimin "komutan" olarak görevlendirdiği er cevap veriyordu:
- Söyle lan!
- Ayağımı değiştirebilir miyim komutanım?
- Kalk lan gel buraya. Elini uzat.
Elini uzatana kural olarak 5 adet cop vuruluyordu. Ardından "komutan" bağırmaya başlıyordu:
-Ne biçim izin isteme lan bu? Size öğretmedik mi?"Komutan" derken daha yüksek sesle bağıracaksın.
Tutuklu, tekrar yerine dönüp, avazı çıktığı kadar bağırıyordu:- Komutanımmmmmm...
Bu sahne her gün onlarca defa tekrarlanıyordu.
C-5´teki işkencelerden nasibini alan ve daha sonra kafese konulanlardan biri de Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu´ydu.
İhtilalin ardından uzun süre kaçak olarak yaşayan Yazıcıoğlu, yakalanır yakalanmaz C-5´e götürüldü. Günlerce son derece ağır işkenceye tabi tutuldu.
Daha C-5´in kapısına geldiğinde, dört bir yandan tekme ve yumruklar yağmaya başladı.
Burada başı duvara çarptı ve akan kan boynundan aşağı doğru süzüldü. Küfürler ve hakaretler arasında koridorlardan geçirildi.
İşkenceciler hiç vakit kaybetmeden Yazıcıoğlu´nu bir tahta platformun üzerine yatırdılar. Hemen ayakkabısını çıkarıp, başparmağından elektrik vermeye başladılar:
- Türkmen Onur nerede?
-Bize Mehmet Sakarya ve Ramiz Ongun´un yerini söyle...
Bu işlem işi yaramayınca, işkenceciler O´nu soymaya başladılar. Tam pantolonu çıkarılıyordu ki, Yazıcıoğlu bağırmaya başladı:
- Yapmayın, bunu yapmayın...
Bu tepkiyi vermekle hata ettiğini sonradan anladı.
Soyulduğu zaman çok etkilendiğini gören işkenceciler, bu işlemi hep tekrarladılar. Tam 26 gün boyunca çırılçıplak soyup, işkence yaptılar.
Yazıcıoğlu´nu bir sandalyenin üzerine çıkarıp, T şeklindeki bir kalasa kollarından bağlıyorlardı. Kalas, tavandaki çengele asıldıktan sonra, altındaki sandalye çekiliyordu.
Havada sallanırken, çıplak vücudunun çeşitli yerlerinden elektrik veriliyordu. Acı dayanılır gibi değildi.İşkenceciler manyetoya bastıklarında titreşimden bütün vücudu sallanıyordu. İç organlarının tamamı dışarı fırlayacakmış gibi oluyordu. Muhsin Yazıcıoğlu, irade dışı çığlıklar atıyordu. Bu işlemden geçen sadece Yazıcıoğlu değildi. C-5´in dört bir yanından çığlıklar yükseliyordu. ´
ALLAHSIZ VİCDANSIZLAR...´
İstanbul Harbiye´de de bir işkence merkezi kurulmuş, bazı gençler de orada işkenceye tabi tutulmuştu. MHP ve Ülkücü Duruluşlar Davası´nda anlattıkları inanılır gibi değildi. Bir insanın aklının alamayacağı ölçüde işkenceye maruz kalmışlardı. 12 Eylül öncesi "Doğu´nun Başbuğu" lakabına sahip olan Yılma Durak, konuşmasını sürdürürken, bir ara hıçkırıklara boğuldu.
Duruşma Hakimi Kıdemli Binbaşı Vural Özenirler, araya girmek zorunda kaldı:
- Konuşamayacaksınız herhalde. Sağlığınız elvermiyorsa oturun. İsterseniz sorgunuzu erteleyelim.
Durak, hıçkırıklar arasında zor anlaşılır bir sesle cevap verdi:
- Hayır konuşacağım?..
Durak, "konuşacağım" demesine rağmen, hıçkırıkları bir türlü dinmiyordu. İşkence altında yaşadıklarını bir türlü hazmedemiyor, kelimelere döküp, duruşma salonunda dile getiremiyordu.
Hıçkırıklarla ağlarken, Duruşma Hakimi bir defa daha araya girmek zorunda kaldı:
- Rahatsızsanız oturun, dinlenin. Sorguya daha sonra devam edelim.
Yine "hayır" cevabını veren Yılma Durak´ın dudaklarından hıçkırıklar arasında şu sözcükler döküldü:
- Bana işkence yapanlar?. diye devam etti sözlerine; (?..) kalem kalemliğinden utandı veyazamadı anlatılanları?..
Hıçkırıklar arasında söylenen bu sözler; herkesin tüylerini diken diken etmişti. Hakim heyeti bile şok olmuştu. Salonun dört bir yanından çığlıklar yükselmeye başladı.
Mahkeme salonu alabildiğine karıştı. Salonun arka tarafında bulunan dinleyiciler, ayağa kalkarak Mahkeme Heyeti´nin bulunduğu bölüme doğru yürümeye başladılar.
Durak´ın yakınları ise çığlık çığlığa bağırıyorlardı:
- Allahsızlar, vicdansızlar...
NE OLUR BENİ SERBEST BIRAKMAYIN..
İşkenceler, 12 Eylül İhtilali´nden önce başlamıştı. Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevi´ne gelen her ülkücü genç, mutlaka polisin işkencesinden geçiyordu.
Ankara Kapalı Cezaevi Ülkü Ocağı Başkanı Selahattin Arpacı, uzun süredir içeride olduğu için işkencecilerin yüzünü hiç görmemişti. Buna rağmen, onların yaptıkları işkenceleri o kadar çok dinlemişti ki, önüne yüzlerce fotoğraf konulsa, içlerinden çekip çıkarabilirdi:
- İşte bunlar!......
1978 yılında Abidinpaşa sanıklarından bir gencin tahliyesi gelmişti. Selahattin Arpacı, uğurlamak için idareye geçti. Cezaevi Müdürü´nün odasında işlemler yapılırken bir ara demir parmaklıklı camdan dışarı baktı. Kapının önünde beyaz bir araç bekliyordu. Araç çevresindeki kişilerin polis olduklarını hemen anladı. İçlerinden biri dikkatini çekti. Uğurladığı gence seslendi:
-Baksana, şu aşağıda bekleyen Zeki Kaman değil mi?
Arpacı, tam 12´den vurmuştu. Hayatında hiç görmediği Zeki Kaman´ı tanımıştı. Genç titremeye başladı:
- Evet başkanım, bu adam Zeki Kaman. Beni bekliyorlar.
Abidinpaşalı ülkücü, hem Arpacı, hem de Cezaevi Müdürü´ne yalvarmaya başladı:
-Ne olur beni bırakmayın. Yine bana günlerce işkence yapacaklar. Ben dışarı çıkmak istemiyorum.
Genç, kendisine daha önce yapılan işkencelerden o kadar etkilenmişti ki, tahliye edilmesine rağmen, dışarı çıkmak istemiyordu. Cezaevinde kalmayı hürriyetine tercih ediyordu.
Arpacı, hemen Cezaevi Savcısı´nın odasına geçti. Dışarıda bekleyen polisleri gösterip durumu anlattı:
-Biz, bu arkadaşımızı vermek istemiyoruz. Gerekirse içeride isyan çıkaralım. İsyanın elebaşı da bu arkadaşımız olsun. Siz de isyan çıkarttığı için dışarı salmayın.
Savcı, "Olur mu öyle şey" dedi:
- Çocuk cezasını çekmiş, bitirmiş. Biz onu nasıl burada tutabiliriz. Polislerin ona dokunmaya hakları yok. Hiçbir şey yapamazlar.
Ardından cezaevinin güvenliğinden sorumlu Jandarma Komutanını çağırdı. Koruma altında Ankara Adliyesi´ni gidilmesini, başka suçtan aranmıyorsa, serbest bırakılmasını istedi:
- Eğer polis almak isterse de kesinlikle vermeyin.
Genç, jandarma nezaretinde Ankara Adliyesi´ne götürüldü. Aranmadığı ortaya çıktı.
Jandarmalar gence döndüler:
- Artık serbestsin. Bizim görevimiz burada bitti.
Genç bu defa onlara yalvarmaya başladı:
- Ne olur beni bırakmayın.Allah´ınızı severseniz beni tekrar ceza evine götürün. Dışarıda bekliyorlar.Beni yeniden işkence yapmaya götürecekler?.
Nöbetçi savcı da jandarma da aynı cevabı verdi:
- Serbestsin, biz seni nasıl tutalım? Olur mu öyle şey!
Gerçekten de korkulan oldu.
Abidinpaşalı genç, Adliye kapısında polis tarafından alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü´nün 4. katına götürüldü. .Orada tam 9 gün işkence yapıldıktan sonra serbest bırakıldı. Uyguladıkları işkence metotları ise, kelimenin tam anlamı ile iğrenç ve insanlık dışıydı.
HOŞGELDİN´ DAYAĞININ KARŞILIĞI
Ceza alanların sevkleri geliyor, Mamak Askeri Cezaevi´nden diğer illere gönderiliyorlardı.
O gün aralarında Selahattin Arpacı, Mustafa Sami Barshan, Hayrullah Çalık, Yıldırım Şekercioğlu, İbrahim Akgün, Savaş Çalışkan´ın da bulunduğu pek çok isim, Isparta Sivil Cezaevi´ne doğru yola çıkarıldı.
Davraz Dağı´nın eteğindeki Isparta Cezaevi´ne gece 02:00 sıralarında geldiler. Ayrı ayrı hücrelere kapatıldılar.
Aradan yarım saat geçmeden isimleri okunmaya başlandı. İsmi okunan hücreden alınıyor, 3x4 metrelik boş bir alana götürülüyordu. Daha sonra ellerinde kazma sapları olan 5-6 gardiyan saldırıya geçiyordu. Kazma sapları insafsızca inip kalkıyor, dayak gençler yere düştükten sonra da devam ediyordu.
Canhıraş feryatlar cezaevinin her yanından duyuluyordu.
Selahattin Arpacı, birkaç darbe yedikten sonra kendini yere atıp bayılma numarası yaptı. Numara yapıp yapmadığını öğrenmek için gardiyanlardan biri yakasındaki toplu iğneyi çıkarıp, etiyle başparmağının arasına soktu. Arpacı´nın canı fena halde yanıyor, ancak sesini çıkarmıyordu.
Çünkü, toplu iğne kazma sapından daha az zarar veriyordu. Gardiyanlar yine tatmin olmadılar.Biri duvarın dibindeki soğuk su dolu kovaya yöneldi. Amacı, o soğuk suyu Arpacı´nın üzerine boca etmekti. Arpacı, hemen yeni ayılıyormuş gibi yaptı. Isparta´nın dondurucu şubat soğuğunda suyun üzerine boşaltılmasını önledi. O havada soğuk su kazma sapından daha tehlikeliydi. Kovadaki suyun üzerine boşaltılması ölümle sonuçlanabilirdi. Birkaç tekme ve kazma sapı yedikten sonra dayak faslı bitti.
Sıra Mustafa Sami Barshan´a gelmişti.
O´nu da saat 04:00´te cezaevi hamamına götürdüler. Ağır işkencelerin çoğu burada yapılıyor ve adına da "hamam sefası" deniliyordu. Hamamın bütün duvarları kan içindeydi. En yaşlısı bile 30´un altında olan ve tamamı sol görüşlü gardiyanlar, "Sen bunların elebaşına benziyorsun" diyerek Mustafa Sami´yi falakaya yatırdı. Onlar vurdukça Mustafa Sami de cevap veriyordu:
- Ananızı......
Böylece hem deşarj oluyor, hem de vücuduna inen sopaların acısını daha az hissediyordu.
Falaka faslı tam 2 saat sürdü.
Cezaevinde "hoş geldin dayağı" yiyenlerin her yeri şiş ve morluklar içindeydi. Ayakta durmakta zorluk çekiyorlar, falakaya yatırılanlar ise yere bile basamıyorlardı. Buna rağmen, hücrelerde havalandırma için dışarı açılan demir parmaklıklarda cam bulunmadığından donmamak için hareket etmek zorundaydılar. Günlerce acılar içinde kıvranarak, ısınmaya çalıştılar.
Aradan iki ay geçti. Ülkücü gençlere Isparta Cezaevi´nde meydan dayağı atan gardiyanların elebaşı dört yerinden bıçaklandı. Ameliyat sırasında bir böbreği ve dalağı alındı.Olayın faili yakalanamadı?..
SONUÇ:
12 Eylül darbesinin özeti:
650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
71 bin kişi TCK´nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi ?örgüt üyesi olmak? suçundan yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi.Haklarında idam cezası verilenlerden 50´si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1´i Asala militanı).
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin ?işkenceden öldüğü? belgelendi.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi ?kaçarken? vuruldu. 95 kişi ?çatışmada? öldü. 73 kişiye ?doğal ölüm raporu? verildi. 43 kişinin ?intihar ettiği? bildirildi.
388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi ?sakıncalı? olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi ?siyasi mülteci? olarak yurtdışına gitti.
937 film ?sakıncalı? bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
Ve?..
Orgeneral Kenan EVREN; Yüzde 91oyla halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı oldu.