İbret harmanından seçilmiş değeri çok yüksek bir söz yumağı var ki zahirî ve ahirî görüntüsüyle kibrin tarifini yapar. Şöyledir; ?Yüksek bir makamdaki aptal, dağın tepesindeki insan gibidir. Aşağılardaki her insan ona küçük görünür. Bütün insanlar da onu küçük görürler. Ama güneş batarken makamdaki aptalın kendisi de gölgesi de kaybolurken, aşağıdaki insanın kendisiyle gölgesi büyükleşir.?
Şimdi bu cümleyi bütünüyle alıp, dokusundaki maddeleri siyaset meydanına aktaralım. Bir kısım zirvedekiler, yani şu altlara burun kıvırarak bakanlar, acaba altlarda görülenlerin esasında kendileri olduklarını anlayabiliyorlar mı dersiniz.? Rüzgâr, akıntı, tufan, tipi, sarsıntı, çarpıntı, hezeyan ve bunalım.. Hattâ hortum altı telâş, karabasan ortası titreyiş; malûm saltanatın bana neci edasına hiç olmazsa bir defacık irade şamarını vurup ahde vefayı üste çıkarabiliyor mu?
Yoooo..! Hep hamam aynı tas aynı. Zaten bu su da, bu mevcut birliği pak edemiyor. Öyleyse küçük görüneni, küçük görende ibret faslı halâ diri değil. Zaman halâ onun dirilmeye az kalan vaktini tamamlama gayretinde..
* * *
Bir de Eba Müslim Horasanî´nin; ?Onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı, ama uzaklaştırılan dostlar düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu? tesbitinde bir sözü var ki, dostunu bilemeyen dostun, düşmanına yalakalığını ve ondan medet umuşunun cezasını çektiğini gayet net izah ediyor.
Peki bu ne demektir? Husus gayet açık ama, yine dört yüzlülere bunu bir daha hatırlatalım; ?Dostumuz nasıl olsa bizimledir. Mühim olan şu düşmanı kazanalım? diyenlerin neler kaybettiğini, buna rağmen kaybın faturasının halka ödettirildiğini artık anlamaması, millî meseleler adına yeni bir feraset işi olarak siyasîlerden ziyade avamın taa yüreğinde kazılı durmaktadır..
* * *
Gelelim Şeyh Ebû´l Vefa Konevî Hazretleri´ne.. O´ öyle bir Vefa ki Fatih Sultan Mehmed gibi bir Hakan´a kapısını açmaz, meşvered imkânı vermez ve Hakan mekân kapısından geri döner dönmez de oturup ağlar. Talebeleri bu hâli sual edip; ?Efendimiz, üzülecektiniz de Sultan´ı niçin kabul buyurmadınız? deyince, işte misâller misâli gerçek cevab tarihe damgasını vurur; ?Bizim O´na sevgimiz, O´nun bize ihtiyacı, bize de, O´na da asıl vazifemizi unutturacak kadar fazladır. Şayet kabul etseydik dostluğumuz, sohbetimiz, devlet işlerinin yarım kalmasına sebep olacaktı. İnsanların işleri yarım kalmamalı.. Şimdi Sultanı niçin kabul etmediği mi anladınız mı?"
Yani; Eğer ki Ebû´l Vefa Hazretleri, Fatih Sultan Mehmed Han´ı huzurlarına kabul buyursa idi, O´ din işlerine temayülde had safhaya varıp oturacak, böylece devleti idare sıfatı azalacaktı. Belki de tamamen devlet işlerinden vazgeçecek, müridliğe dönecekti. Buna mukabil, Vefa Hazretleri´nde de devlet işlerine iştiyak çoğalacak din işlerini aksatacaktı. Böylece işler birbirine karıştığı gibi, her iş kendi alanında zarara uğrayacaktı.
* * *
İşte bunun içindir ki işleri sarpa saran koskoca bir ülke insanlığının ağlamaması için ağlayan bir çift hikmet gözü, himmetten kendini tecrid etmiştir. Vefa Hazretleri sadece Yüce Fatih´e değil, aynı zamanda O´nun gibi aynı iştiyakle kapısına gelen II. Bayezidî Velî´ye de bu hususta müsamaha göstermez.
Ya şimdi.. Siyasî hırs ve ihtiras uğruna Devletlû´dan himmet gelecek diye bütün kapıları açanlara, ?şu ibretsiz davranışınızın gayesini açıklar mısınız?? türünden bir sorunun olması mümkün de cevabı verecek bir basiret var mıdır?
Ve şimdi yeni yüz arzusuna bürünmüş bir Türkiye´de hem parti isimlerine gölge düşüren, hem de Türk ve İslâm ruhuna ihanet etmekte olan siyasîleri oralardan alıp siyasetin dışına itmek ve millî hassasiyete yeniden can vermek zarureti var da temayül var mıdır?
Ve şimdi dağın tepesinden büyük görünüp ancak güneş battığında küçüklüğü farkedilebileni, işte o güneş batmadan farketmek ve esas gölgenin cismine vâsıl olmak mümkün de tefekkür var mıdır?
Ve şimdi, her oy ehlinin, kazancı kendine, külfeti milletine yontan menfaat kesercilerine karşı, tarihinde ilk defa düzgün mizanlı bir muhasib olabilmesi ihtiyaç da, menfaate dayalı çirkin siyaset buna mahal veriyor mu?
Bunlar mümkün olduğu hâlde mümkün görünmediği bir zaman içindeyiz. İşte; sapla samanı karıştıran bir siyaset anlayışının bitip tükendiği o gün ancak, Hakan´lar Hakan´ı Fatih´in de, Bayezidî Velî´nin de meşvered kapısından niçin geri çevrildiğini ve sonra da oturup Ebû´l Vefa Konevî Hazretleri´nin ağladığını anlamamız mümkün olacaktır.
Millet olarak biz; Şu hâlleri irtihâl örtüsüyle örten ezelin artık ebede ermesini ne çok özlemişiz, ne çok arzu etmekteyiz..