Tekerlemeler genellikle herhangi bir şey ifade eden mana barındırmaz. Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi ortasında lamba şişesi gibi yahut, dal sarkar kartal kalkar, kartal kalkar dal sarkar yahut da, şu karşıdaki kara kuru kavak, sarardın mı ey kara kuru kavak gibi fakat kırk kırık küp, kırkının da kulpu kırık küp böyle değil! Böyle olmaması; sohbetlerimizde zaman zaman kullanılmasından da belli olabiliyor. Cümlemizi genellikle önemli bir işe yaramayan küçük insan toplulukları için kullanırız! İçinde taşımaya değer bir şey olduğuna inancımızın olmadığı kırk küplerin, taşımaya niyetimiz olsa bile, kulpları kırık olması itibarıyla, taşınamayacağını söyler. Kırk tane olması ise bir grubu işaret eder. Yani neresinden tutsan elinde kalacak insanları ifade etmek için kullanılır. Başka bir mana daha ihtiva etmeleri söz konusu olabilir mi acaba? Özdeyişlere ve deyimlere baktığımızda; günümüzde kullanılan anlamlarının dışında bambaşka bir şeyi ifade etmek için üretildiklerini görebiliriz.
Hatta sadece deyimler değil, hikaye masal ve destanlarda anlatılan olağanüstü olayların, aslında başka bambaşka şeyleri anlatmak amacıyla sembolleştirildiğini görebiliriz. Hatta geçmişte belki bugün bile erişemediğimiz teknolojik ilerlemelerin göstergesidir onlar! Masallarda söylenen açıl susam açıl buna bir örnek olabilir! Bizim küçüklüğümüzde söyleyince açılan susamlar yoktu, ne var ki bugün açılan pek çok susam var. Ellerimizi musluğun altına tuttuğumuzda akan sular gibi, yahut yaklaşınca açılan kapılar gibi. Peki bunlar zamanında insanların öylesine kurduğu hayal ürünü söylemler midir, yoksa insanlık, geçmişte bugünün çok daha ötesine geçen bir teknolojik ilerlemeye kavuşmuş ve bir şekilde bunu kaybederek, çok daha ilkel bir yaşama geri dönmek zorunda mı kalmıştır? Bu zorunlulukla birlikte, evvelki yaşamlarının izleri, masallarda mı yaşamıştır? Bana sorarsanız eğer, ben böyle olduğuna hiçbir şüphem olmadan inanıyorum diyebilirim.
Başlığımıza geri dönersek, bu cümlenin de bize bir şeyler söylemek istediğini düşünüyorum! Hiç aklımıza gelmeyen bambaşka şeyler!
Bizim için değerli olan sevdiğimiz bir akrabamızı çok yakın bir geçmişte kaybettik. Onu kaybetmek; babamın kaybını ve kaybettiğimiz ilk günleri, yoğun olarak hatırlamama vesile oldu sanki. Ben ölümden sonraki ilk kırk günün ne kadar önemli olduğunu, kırk günü tamamladıktan sonra fark edip anlayabildim. Bu kadar geç ayılmam, belki de din otoritelerinin bunları kabul etmemesi nedeniyle oldu! Kendi hislerimi dayanak yaparak biraz araştırdım ve hislerimin ne kadar doğru olduğunu gördüm fakat yine de benim anladıklarımın bilimsel ispatının, henüz tam olarak yapılmadığını da sizlere söylemem gerekiyor!
Babamı kaybederken annem babana bir şey oldu, çabuk gel diyerek beni çağırdı. Yolda giderken bir ambulans çıktı önüme. Ambulansı gördüğümde bize gittiğini anladım. Eve sağlık görevlileri ile birlikte girdik. Annem henüz anlamamış olsa da , onu görür görmez kaybettiğimizi anladım. Resmi işlemleri bitirip eve döndüğümde yüzünü örtmüşlerdi. Açtım hemen, dokundum, yüzünü sevdim, alından öptüm. Onu ne çok sevdiğimi söyledim. Yavaş yavaş moraran ellerini tuttum. Yanıma gelen konu komşu odadan çıkmam gerektiğini söylüyordu, onu yalnız bırakmalıymışım. Çıkmadım. Nefesini verdiği bu ilk anlarda onu nasıl yalnız bırakırdım ki. Beni duyduğuna kalpten inanıyordum. Ona şimdi dua okunmazmış, sure falan da okumamalıymışım bilenler öyle dediler! Nedenini anlamadım ama hiç de önemsemedim zaten. Biliyorsunuzdur ben hayatın kurallara sığamadığına inanırım. Yalnız kaldığımda konuştum onunla, beni duyduğuna kalpten inanıyordum. Onu çok sevdiğimi söyledim ki ruhunun cebine koysun, gittiği yere götürsün. Sonra okumayı bildiğim bütün sureleri okudum. Annemle ben sonraki kırk gün boyunca onun ruhunun varlığını evde hep hissettik, her dakika her an yanımızdaydı ve çok ilginçtir ki, kırkıncı gün pır diyerek evden uçtu gitti. Evi boşalttı, babam artık evimizde yoktu!
Daha sonra yaşadığım bu deneyimleri araştırdım ve benim hislerimi onaylayan kadim bilgiler olduğunu gördüm. Bu kadim bilgiler yanında, ölen kişilerin beyinlerinde uzun süre canlı kalan hücreler olduğunu söyleyen doktorları da dinledim. Bu hücreler niye canlı kalıyordu acaba. Kuşkusuz ki her şey Allah’ın izniyle oluyor bu hayatta çünki hayatı var eden O.
Cümlemize döndüğümüzde cümlemiz kırk kırık küpten bahsediyor. Kırılmış küp!.. Küp deyince aklımıza ilk olarak ne gelir? Benim altınlar geliyor. Hemen hayalimde çil çil altın dolu bir küp görüntüsü beliriyor. İçi altınlarla dolu bir hazinedir küpler ve yüzyıllardır hazine avcıları onları arar! İçi değerli bir şeylerle dolu olan bu kırık küpler ne olabilir acaba? İnsan olabilir mi? Kırık olduğuna göre ölmüş insan olabilir mi? Ölmüş yakınlarımız, kaybettiğimiz hazinelerimiz değil midir? Peki bu kırık küplerin kulpları neden kırıktır. Kulp ne işe yarar? Küplere neden kulp yapılır? Kulplar tutmaya, tutup taşımaya yarar. Kolay taşıyabilmek için küplere kulp yapılır. Demek ki ölen insan bir yere gidiyor! Bir yere, başka bir yere taşınıyor; taşınması gerekiyor! Kim taşıyacak onu? Kendisi kendisini taşıyacak, tıpkı doğarken olduğu gibi. Kendisi kendisini taşırken bu konuda zorluk çekiyor mudur? Zorluk çekiyor olmalı çünki kulbu kırık! Hani bir söz vardır insan doğarken de ölürken de yalnızdır derler. Ben bu söyleme tamamen katılmasam da, bir yönüyle doğrudur diyebiliyorum. Evet, insanın başka boyutlara geçerken yalnız olduğunu varsaymak bir yönüyle doğrudur elbette. Doğum da, ölüm de insanı başka boyutlara yalnız başına geçiren geçitlerdir. Ben şimdi bugün, bu geçitlerden geçerken insanın oldukça zorlandığını ve en büyük zorluğu ilk kırk günde yaşadığını biliyorum ve buna inanıyorum. Ölenin zorluk yaşadığını kulpların kırıklığı sembolize ediyor. Doğan bebeklerin de kırkı bunun için kutlanmaz mı. Yeni doğan bebek yaşama uyumda büyük zorluklar yaşamaz mı? Kırkı çıkan bebeklere bu nedenle, çulunu yırttı denmez mi? Ölenlerin ardından da kırk gün bu nedenle dua okunur, okunması gerekir. Okunan bu dualarla ve onlardan güzel anılarıyla bahsetmek, onlara yanlarında olduğumuzu ve onları sevdiğimizi hissettirir. Enerjiler buluşur birleşir. Küplerin kırk tane olması, kırk günü temsil ediyor olmalı diyorum. Kırk gün boyunca kendi evlerinde bizlerle birlikte olmaları, bizlerden güç almak istediklerini göstermez mi? Sağlıklı, güçlü kuvvetli insanları nitelerken küp gibi dememiz, bu cümledeki kırık küplerin ölen insanlar olduğunu düşünmemin dayanağını oluşturuyor!
İnsanlar yüzyıllar boyunca toprak kaplarla idare etmiştir. Toprak tencereler, tabaklar, bardaklar, çanak ve küpler! Bu kadar toprak kaplarla haşır neşirken; insanın da ruh ve bedenden oluşmuş olduğunu ve ruhun ölümsüz olduğunu bilirken, en çok kullandıkları kaplardan biri olan küpleri ruhun kabı olan bedenle özdeşleştirmeleri bizlere tuhaf gelmemeli. Kuşkusuz ki beden, ruhun kabı olmaktan çok daha fazlasını hak eder. Hak eder çünki ruh bedenin donanımlarından tahminimizden fazla yararlanır. Bu konuyla ilgili ayrıntılı fikirlerimi kap bedenler yazımda bulabilirsiniz. Tüm bu yazdıklarımı kendi bireysel deneyimlerim neticesinde düşündüğümü belirterek yazımı sonlandırıyorum. Sevgilerimle.
Dyt. Güner Erbay